30 Nisan 2014 Çarşamba

Altıklık…

Bütün
ve
bazı.
Hiçbir
 ve
bazı.

Tikel’in doğruluk değeri, tümel olana bağlı işte, dedi.
Hoşuma gitmemiş gibi baktım. ‘ mutlu aşk yoktur’ dedikten sonra  ‘ bazı aşklar mutlu değildir’ dersek doğru, ‘ bazı aşklar mutludur’ dersek yanlış mı oluyor yani, diye sordum.
Tümel bir önermenin doğruluğu ve yanlışlığı tikeli hiç kılar yani, dedi.
Bizi bazı’sız bırakan bu tümel’e ne diyeyim ben şimdi, diye sordum açık bir öfkeyle.
Bence sen hiçbir şey söyleme, dedi gülerek.
Ben de gülecek gibiydim. 
Allah’tan saçaklı mantık diye bir şey var, dedim. Rahatlamanın yolunu bulmuştum. Hep bulurdum…


Mey



29 Nisan 2014 Salı

Adın...

Başı göğe değen,
alçak gönüllü dağların iç yangınına düşen çise'ydi. Senin adın...


Mey




O Güne Dek Her Şey İyi Kötü Devam Edecek...

Makineler güven verir, mantığın, nedenselliğin, termodinamiğin ve yağlamanın en yüce ilkelerinin onlarda nasıl egemen bir şaşmazlıkla işlediğini görmek yeter. Ruhunuzda bir dalgalanma olursa, buzdolabınıza sarılın, gidin kahve değirmeninize, o bir yıl, bazen iki yıl garantili can simitlerine bakın. Tavuklarsa, tersine, rastlantı ve olağan olandır, döşemelere sıçan ve sonsuz bir bayağılıkla glu glu ederek tüylerini döken şu kaltaklardan mı söz ediyorsun? ben, makinelerden yanayım, kanıtı da, kırda kırmızı 4l esterel'imle dolaşmam; çok şık bir renk, al sana bir çiçek gibi söz dinleyen bir makine, birinci vites, ikinci, üçüncü, debriyaj, ah hava nasıl da ağır, camları açalım, ah nasıl da yağıyor, sileceği çalıştıralım zup zap, zup zap, a bak, hava yeniden ağırlaşıyor, araba da nasıl uslu, nasıl ağırbaşlı. Pat, zınk diye duruyor üçlü yoncanın tam ortasında. Kuşkusuz önemli bir şey yoktur, bir yanma var mı kontrol edelim. Yo, inanılmaz bir şey, daha kontrolüme bile başlamadan bir de ne göreyim, arabam tütüyor. Evet ya, evet ya, tütüyor, hatta gitanes içiyor, olacak şey değil.

-- bana bunu yaptın ha, hem de üçlü yoncanın tam ortasında, diyorum ona, canım sıkkın.


Bir yahudi karşıtına laf anlatmak gibi, onu pis izmaritini atmaya ikna etmek olanaksız. Şunu belirtmek gerekir ki ardından schön çalışmaya başlıyor, hatta yeniden coştuğu bile söylenebilir, hop bir tepe, ne yol tutuşu ama, iniyor, çıkıyor, çevresinden dolaşıyor ve pancarlar ve korunmaya alınmış bölgeler ve vélize üstündeki köprü, pat tam da köprünün ortasında bir sigara daha istiyor, ona kibarca ceza yiyebileceğimizi söylemek boşuna, bir sigara kutsaldır, bunu ben de biliyorum ne yazık ki, çünkü ben de biraz önce sinirlerimi yatıştırmak için bir tane yaktım, sinirli sinirli içiyoruz sigaralarımızı ve sonra birden her şey halloluyor, mis kokulu vadiler ve hatta çağlayanlar, birbirinden ayrılmış siteler, hayran olunası bir çeviklik. Tüh, artık işin içinde değilim, sürekli geviş getiriyorum, bu da renkli görüntüleri sizin adınıza bozuyor. "yarından tezi yok satacağım onu", diyorum kendime. "bu araba sigara içiyor". Buna karşılık ortalamasını düşürdüğünü farkediyorum, demek istediğim gitanes ortalamasını, çünkü ondan sonra yalnızca bir kez duruyor, gerçi öyle yüksek bir geçitin üstünde yapıyor ki bunu, bir toprak yığınına sığınmak zorunda kalıyorum, oradan tek kelime etmeden onun sigara içişine bakıyorum, laubaliliğine çok hayret ediyorum. Dönüşte stoğumu tüketecek kadar sigara içtim, ama ondan bir sigara istemeye cesaret edemiyorum, zayıflığımı itiraf etmek olur bu, en korkunç despotluğun başlangıcı. Öte yandan bunu kabul etmeyeceğini hissediyorum, her ne kadar bir kez daha durursa bunu her an deneyebilecek olsam da, şöyle çaktırmadan, öylesineymiş gibi, yahu ufaklık, benzinim bitti, onun anlayabileceği bir dilden. Ama olmaz, fark etmesi gerekirdi, kurnazdır makineler, eve kadar ortalama yıldırım hızlarından birini yapıyor bana, garaja kendisini kapattırıyor ve orada kapıları kapatmadan onu bir kez daha görüyorum, hareketsiz ve kırmızı esterel, pek vakur. Evimde sigara arayacağım, onun zifiri karanlıkta bir tane çıkardığını, tüm gece keyifle içeceğini, kusursuz mu kusursuz halkalar yapacağını, bunu da hiç kimse için yapmayacağını düşünerek, zifiri karanlıkta, tam da makinelere yakışan biçimde.


Julio Cortazar





Atılmışlığına Dair…

Kuşku yüzünde. Hem de sesinde.
Neredeyim bilmiyorum, diyor. Sendeki yerimi hiç bilmiyorum.
Sakince bakıyorum. Sakin değilim oysa.

Seni içime attım, diyemediğimden, ben de bilmiyorum deyip başımı önüme eğiyorum...


Mey




27 Nisan 2014 Pazar

Tarih Bilinci...

Bilinçsizce 
not düşüyor tarihe
bir kalem.
Yaratılmış bir şeydir tarih, diyor.
Ve bir kalem ansızın öpülebilir belirsiz bir geçmişte. Yahut gelecekte.
Böyle diyor...

Mey




Budala...

Sırılsıklam aşk budur çölde:
kapana kısılmış bir aslanın kalbindeki çengelli iğne*

Senden önce bir çöl buldum içimde
senden sonra bir çöl deli divane

bildiğin o kapı aralığında kuşların telaşı
sözcükler her şeyler diyarı yalın sesinde

bir orman mı yoksa kalbinde büyüttüğün
kendinde bulduğun evlerin ışıltılı dinginliğinde

dökülmek de mümkün bir ağaç dalından her akşam
her akşam bir ağaç dalından rüzgarın ceplerine

bir çöl buldum içimde senden önce
bir çöl senden sonra deli divane...

Soner Demirbaş

* M. Gülsoy




26 Nisan 2014 Cumartesi

Gece ve Hınzır…

Ağırlaşmıştı. Gece ve gözlerin.
Karanlık üstüne, sen geceye kapanmıştın iyiden iyiye. Uykuya ve uyanmaya direnen bedeninin derdi ne, bilmiyordun.
Duyulacak bir şey varmış gibi, kulağın sessizlikte. Gelecek bir şey varmış gibi.
Oysa bilirdin; gece, olabilirlik değil olmazlığı da barındıran bir sonuçtur. Son’larla başın hoş olmadı hiçbir zaman. Başlangıçlara da inanmadın.
Çayın ve söz’ün kekremsi tadı. Biri ağzında diğeri zihninde.  Gözün pencereden yansıyan görüntüne takılıyor. Saçına taktığın o komik tokaya. Kendine gülmenin tüy gibi hafifleten havailiği çıka geliyor. İçindeki hınzıra gülmeden edemiyorsun.
Saate bakıyorsun.
Sabaha bir öykülük vakit kalmış…


Mey







25 Nisan 2014 Cuma

Alt - Karşıt…

 “ Alt karşıt önermeler birlikte doğru olabilirler fakat birlikte yanlış olamazlar.”

Aldırma sen onlara, dedim.
Soruyla baktı.
Bazı bazı’ların birlikte yanlışlığı güzeldir aslında, diye ekledim.
İnanmadı…


Mey




24 Nisan 2014 Perşembe

Keşkeler Listesi...

Utanç olsaydı gidememek;
büyüdükçe o, yani utanma zorlardı zihni uzaklaşmaya.
Ama gidememek,
yanlış. Gitmemek,
anlamsız bir sevinç. Hala...

Mey




23 Nisan 2014 Çarşamba

Anımsatma...

Bir dinleyiş borçlusun bana, dedim.
Uzun süre bekletilmiş bir fısıldayış için...

Mey




Tanım...

Güz'den kalma,
kış'tan kurtulma,
kurumuş  bir yaprak.
Baharın yeşillenmişliğinde tanımlıyor.
Yalnızlığı. Yalnızlığı ve inadı...

Mey




Adın...

' Herkesin herkesle savaşı'nın ortasında;
ama
tam ortasında, biraz huzur biraz barış umudu.
Kendinde. Kendimle. Senin adın...

Mey




22 Nisan 2014 Salı

101 Dize'den...

Hazırlıyor yol çantasını: Tabirname, yıldızname, faltaşı;
dalıyor uykuya...

Güven Turan




21 Nisan 2014 Pazartesi

Yitik Av…

Yitirmişliğimde
kaybolmuştum uzun zaman. Kaybolmuşluğumda yitip gitmiş bir şeyi arıyordum;
Aramadığımın bulduğu ve elinden tutup götürdüğü bir eşyaydı bedenim.
İtiraz bilmez dil'imin tuzağıydım. En çok kendime avlandım…


Mey





20 Nisan 2014 Pazar

İçlem ve Kaplam…

Bir zaman, dedim. Unutmuşum şimdi ne zaman; çok yüksekte bir yaylada bir bulut aniden beni içine almıştı…
Susup, dikkatle baktım yüzüne. Dediğimi düşünür gibiydi.
Seni ve çevrendeki diğer varlıkları kapladı yani, diye sordu.
Uzakta otlayan inek ve boğaları; hemen yanımda gürültüsüyle varlığını unutulmaz kılan dereyi, gökyüzüne hiç bunca yakın olmamışlığın soluk boruma dizdiği nefesimi, kayaların dibinde bitmiş tuhaf renkli yabani çiçekleri, o bulutun kaplamında birlikte kalakalmayı düşlediğimin imgesini düşündüm. Başımı salladım cevap niyetine.
İçine aldığı varlık sayısı arttıkça büyüyen o şey kaplam işte, dedi.
Onun içinde o olmuştum, dedim.
Başını olmadı, der gibi salladı.
Onun içinde o olmazsın, dedi. Onun içinde bir olursun; bu seni içlem yapar.
Çok karışık, dedim.
Evet, karışık, diye karşıladı. Gülümsüyordu. Bütün ters orantılar karışıktır; artan karşısında azalırsın, o azaldıkça sen artarsın.
Gözlerimi devirip, beni kapladığında kendisine dönüştüğüm bulutu düşündüm.
Başka bir varlıkta bir olmak küçük bir arzuya bakar, dedim.  O olmak ise aşk’la mümkün.
Kızdı mı hoşuna mı gitti anlayamadım bir gülüş yüzünde.
Bu mantık dışı, diyecekti. Umursamadığımı bilecek ama demekten kendini alıkoyamayacaktı. Öyle oldu…


Mey



                                      Rosie Hardy

19 Nisan 2014 Cumartesi

Ayna Açmazı...

Çünkü, dedi ayna.
ne 
yana
dönsen;
sen !

Mey




                                          Robert Hutinski

14 Nisan 2014 Pazartesi

Tıpkı Hayat Gibi...

Hayat fırsatlar denizi değil, bir anlam yaratma fırsatıdır, anlamı kimi sırların kapısını araladığınızda, kendi kapılarımızı yarattığımızda buluruz.
O belki de bir ressamın paletinden vuran ışıktır, bir şairin dizesidir.
Düş avlusuna doğru bir başına tutunduğunuz yakıcı rakstır.
Bir yığın insan onu "keşfetme" gibi abes bir meraka tutunur ve sonra sırf bu yüzden anlamsız bir hayat sürdürme telaşı başlar .

Zerdüşt bir şey keşfetti, einstein görecelilik teorisini keşfetti, einstein olmamıza gerek yok, ama kendi zerdüştünüz, hayyamınız olabilirsiniz; içimizdeki değerleri yeniden kurgulamalıyız, altüst etmeliyiz.
Geçmiş dinler, pasif tutumu benimsediler hep, oysa "anlam" orada bekliyordu, onu yaratacak özgürlük, enerji insanın elindeydi, o yüzdendir ki dinin bile yaratıcı unsurlar taşıması gerekiyor.

Uzun oruçlar tuttuğu için çevremizdeki kimi insanları överiz, katlandığı çileyi kutsarız, oysa önce onun "yaratıcılığını" öne çekmeliyiz, kimbilir belki adam ciddi bir mazoşistir! buz gibi soğukta çırıl çıplak oturmak neyi ifade eder? kainatın tüm hayvanları soğukta çıplak otururlar! onlar derviş mi olurlar?

Gerçek bir sufi, dünyaya olan, olabilecek pozitif katkısını durmaksızın sorgular, onlar aziz değil, sıradan insanlardır. Sessiz sedasızdırlar, gösterişsizdirler, ekvator bitkileri gibi kendi yalnızlıklarında kendi üzerlerine kapanırlar, ışığı kapatmazlar, perdeyi indirmezler, dünyaya hangi güzelliği katarlar ona bakarlar.

Bir insan şiir yazdığı zaman, resim yarattığı zaman, güzel bir heykel, senfoni ürettiğinde, sağlam kurguyla bir öykü veya roman yazdığında o insanı işaretlemeliyiz, hatta çevresine sıkı bir sevgi çemberi ördüğü zaman onu içselleştirmeliyiz, "sevgi mızmızcıları"nın en çok kimlerin ekmeğine yağ sürdüklerini de biliyoruz, insanı insan yapan, verdiği güven duygusudur, her gün bahçesindeki gülleri sizin için sulayan, budayan bir bahçıvanı övün, korkmayın, çoğalan siz olacaksınız.

İşte: "anlam" önyargısız, koşulsuz yaratılmalıdır, bildiklerimizi, okuduklarımızı bir kenara bırakalım, hayatımıza yeni renkler katalım, emin olun hafızanıza kazındığınız tüm renkler canlanacak, parlayacak yeniden.
Felsefe, şiir, resim, bilim, bilgi yükü, dünyanın en güzel yükü, ama sürekli bu yükle yol alınmaz. Bunlar içinde kaybolma tehlikesi de var.
Beynimiz çöp sepetine döner, zihnimiz sıcak çorbaya! ara sıra boşaltılmış bir zihin gerekiyor hepimize, boş bir zihin emin olun iblisin yuva kuracağı yer olamaz, boş bir zihin tüm güzelliklere en yakın adrestir.
Bilginin toplandığı, depolandığı yerde yaratıcılık uçar gider, insanı tüm olayların, fikirlerin sade bir izleyicisi duruma getirmek, birilerinin değirmenine sürekli su taşıtmaktır, çevremizdeki çoğu insan, sıradan bir "izleyici" durumunda, ne yazık.
Küçük bir azınlık kala kaldı ortalıkta sersefil! bu küçük azınlık "eylem" ve "tefekküre" dalmış, ya geri kalanlar?
Onlar futbol izlerler, incil, tevrat , kuran okurlar (işin tefekkür yönü es geçilir), avesta'yı hatm ederler, gazete okurlar, tüm seyirlik oyunları izlerler, izlerler, katılım söz konusu değil, yaratıcılık? asla! anlam aralama? haşa! ya sonra?
Ardından "geç kalmışlık" epistemolojisi ile yüzleşiriz, alkol'un kaşifi olan ünlü düşünür razi, yığınla bilimsel el yazma eser yazar. Zamanın halifesi, o kitapları bu büyük alim, arif ‘in başına vura vura onu kör eder nihayet! çünkü o "sıradan" bir okur değildi, anlam peşindeydi, kuran'da yer alan "ikre": oku ! emir fiilini o da okudu! ama yüreğinden fışkıran bilim meşalesinin ışığıyla okudu, hayyam da aynı okulun öğrencisiydi, ve gün gelir imam gazali'nin üstadı olur, onu eğitir ve bir öğrencinin üstadına karşı takındığı vefasızlığı görür, gazali ona ihanet eder.

Evet, daha önce de üzerinde durduğum oldu: anlam, zenginliğin yan ürünüdür aslında; bu zenginlik, parasal ölçüm değil, başka bir evrenin sunduğu zenginliktir.

Bizim işimiz, sohrab sepehri'nin dediği gibi "kırmızı gülün sırrını aralamak değil", bir buharlı gemiden gölün tarih ocağına odaklanmaktır, ateşle raks eden yüreğine bakmaktır.
Ve o kırmızı gülün güzelliğinde yüzmektir ve yaşamın cansız, durağan bir törene dönüşmesine izin vermemektir. Keza açıklanmayan "anlar" denizi olmasına izin vermemektir, bırakalım duyugular soluklansın ve bazı şeyler gizemli kalsın: tıpkı hayatın kendisi gibi.
Polonius şöyle haykırmıştı: "kendi özüne sadık kal!".
Okuduğum, bildiğim hiçbir ahlak teorisinde veya uygulamasında, sanatta, edebiyatta olduğundan daha açık ve daha iyi ortaya konmamıştır.
Cezanne'nın ifadesiyle, "gerçekleştirilmiş" bir yapıtta (edebiyat veya plastik sanatlar ekseninde) hiçbir şey araç değildir, her şeyin bir etkisi vardır, her şey organik bir varlık gelmiş bütünün gerekli parçasıdır. Cezanne endişesi (gerçekleştirilmiş) nerde bitip diğer bazı endişelerin nerede başladığını yalnız edebiyatçı, sanatçı değil, sanat, edebiyat "edeb"i almış kimselerin de çoğu bilir, anlar.
Aldatmacalardan,"oyunlardan" tiyatro suniliğinden, "numara"dan duygularla derin ve dayanıklı bir sanat, edebiyat yapıtı ortaya çıkmaz.
Sanat ve edebiyatta, endişelerle, ıstıraplarla, gayelerle "araçları", davranışları ve söylenenlerle söyleyiş üslubunu birbirinden ayırmak çok mümkün görünmüyor.
Yaşamı nasıl açıklıyorsan, nasıl sarmalıyorsan, sanatın da o olmalı.
Leonardo da vinci'yi de dinlemeyin: "hayat kısa, sanat uzunmuş!" hayat ve sanata kim yeni bir yanıt verebiliyorsa, ona değer verin, ortada doğru cevap olmayabilir, doğru ve yanlış yanıt kategorisi özünde yanlıştır.
"önce cevapsız olmayalım" der, bezmi  aleme rebab olmadan sessizce aradan çekilirim, sessizliktir desturumuz.


Cavid Mukaddes

*kaynakca:

(*) kaynakça:
Zerdüşt-avesta (gatalar)
Osho-yaratıcılık

Cey sanat dergisi-cavit mukaddes (editoryal yazı) 



                                            A. Tarkovsky

Dil...

Seni bağışladığını
söyleme şekli; yağmur.
Doğanın...

Mey




                                Tokihiro Sato

13 Nisan 2014 Pazar

Adın...

Yasak bir dilin
sakıncalı harflerinden 
dizilmiş kolye. tenimde...

Mey



Yeter – Neden…

Neden, diye sordu.
Aklıma kabul edilebilir bir neden gelmiyordu.
Nedeni yok, dedim. Bekledim.
Ayıplar gibiydi bakışı. Her şeyin mantıken bir nedeni olması zorunludur, dedi. Yeter- neden ilkesi.
Yapma, diye uyardım kendimi ama yapacağımı biliyordum. Derin bir nefes aldım.
Kimileyin, dedim. Yetmez neden ama o şey oradadır ve kabullenmek tek çıkardır.
Güldü.
Güldüm. Bekledim. Yine.
Bu düşünme tarzı, dedi. Mantığın ilgi alanına girmiyor.
Ne yapacağız peki, diye sordum.
Böyle düşünmekte ısrarcı olacaksak mantıktan medet ummayacağız, cevabı şaşırtıcı değildi.
Yani, dedim. Soruydu.
Yetmez nedenlerinle uzlaşmanın yolunu bulacaksın, dedi.
Haklısın, der gibi başımı salladım. Rahatlamış gibiydim.
Öyle bir yol varsa tabii, eklemesini yapana kadar cidden rahatlamış gibiydim…


Mey




11 Nisan 2014 Cuma

Çelişmezlik…

“ A, hem A hem A – olmayan değildir.”

Mutlu aşk yoktur, diyen ardından tutup;  bazı aşklar mutludur, diyebilir miydi, diye sormasıyla başladı her şey.
Diyemez miydi, diye soruverdim ben de.
Diyemezdi, diyerek kestirip attı.
Neden diyemesin ki, karşılığıyla üsteledim. Bilmediğimden değildi bu üsteleyiş. Kestirip atışlardan sıkılmaya başlamamdandı.
Bir yargının kendisi doğruysa çelişiği olan yargı mutlaka yanlıştır, dedi. Ciddi ciddi açıklama yapması tüm kestirip atışları affetmeme neden oldu yalnızca bir an için. Yine de kendime hâkim olmayacaktım.
Bu çelişmezlik ilkesi, dedim.  Hayatı çekilmez kılıyor bence; neyse ki,  şiir var, öykü var, düş gücü var.
Bağı kuramadım, dedi. Kaşları hafifçe çatılmıştı.
Düş gücü ile beslenen şiir, öykü çelişmezliği takmaz, diye yapıştırdım. Bu sayede sıkıntıdan ölmüyoruz.
Kurgulanmış söz çelişkiyi kaldırabilir ama hayat, dedi sakince. Ama hayat edebiyat değil.
Değil, diye kabul etmek zorunda kaldım. Değildi…


Mey 


                                 Paolo Maselli

Hikâye ve Ben…

Devasa bir dogmaydı hikâye,
boynuma kıymetli bir taş gibi astığım.
Şu can,
bu ten’dir kan veren hikayeye bellemişliğimin bilmişliği ile uçuşurdu parmaklarım kağıt üstünde.
Ansızın bir ayma: ‘ ben ’ hikâyeyi kurar, hikâye ben’i  mümkün  kılar. Hikâye ve ben, bir umarsız iç içelikle içini içine kıydırır. Yazar yaşarsın, yaşar yazarsın. Ne hikâye olabilirsin baştan ayağa ne de ‘ ben’…


Mey




Özdeşlik…

“ A, A’dır veya ‘p àp’ “

Zihni bu kadar bulandırmaya gerek yok aslında, dedi. Bir şey ne ise o’dur.
Yapma, dedim. rica gibi görünen itirazımı fark etmemesi mümkün değildi.
Düşüncenin yanlış yollara sapmaması için buna ihtiyacımız var, dedi sakince.
Dalga geçtim: masa masadır, insan insandır, vefa vefadır, güven güvendir …
Daha uzatacak mısın, diye sordu. Beklediğimden daha sabırlıydı.
Omuz silktim. Bunu tartışmak bile abes, dedim.
Güven, ne zaman güven değildir biliyor musun, diye sordu.
Beni içine itelemeye çalıştığı sokratik diyalog yoluna girecek değildim. Cevap yerine,
Ne zaman, diye sordum gülerek.
Benim güven güvendir, dediğimle seninki aynı olmadığında cevabı geldi pat diye.
Can evimden vurmuştu. Çaresiz teslim oldum.
Bir şeyin ne ise o olduğu bir dünya lazım bize, dedim.
Başını umutsuzca salladı;
Ara ki bulasın, serzenişiyle konuyu kapattı…


Mey





Balıkçı...

Kayık kıyıdan ayrıldıktan sonra
ağlar atıldıktan sonra
kayık kıyıya döndükten sonra
Bekleyelim bakalım, dedikten sonra
ve ağdan istavritler, izmaritler, iskorpitlerle
birlikte genç bir kadın cesedi çıktıktan
sonra
Bu kadarı fazla
 deyip kadının cesedini
yeniden denize attı.


Ferit Edgü



                                     Carla Mascaro

10 Nisan 2014 Perşembe

Üçüncü Halin Olmazlığı…

bir şey ya A’dır ya A- değildir.

Var ise, dedi. O olma, oluş’un tüm hallerini kapsar. Var değil ise, varlığın dışındakini. Yok’u.
Yüzümü buruşturduğumu görünce ekledi: biraz var’ım, biraz da yok’um diyemezsin.
Sesimi çıkarmadım.
Bir şey demeyecek misin, diye sordu.
Güldüm.
Mantığın kıskacı altındayım, dedim. söz’e niyetlensem üçüncü hale takılıyor.
Güldü.
Sesini çıkarma o vakit, dedi.
Çıkarmadım. İnanmadığıma susabildiğimce sustum…


Mey


                                              Ata Mohammadi

9 Nisan 2014 Çarşamba

Şarkının Oluş'a Dair Endişesi...

Yanını yöresini görememenin endişesi sarmış,
bir şarkının içi titriyor.
Çarpmıyorsa bir varlığa, dağılır gider;
olmaz olur ses. Biliyor bunu şarkı.
Biliyor ve belki de hiç olmadım, diyor. Hiç ve yok'u aynı şey sanıyor...

Mey




Yapmadığın Şeyler...

İnandın.
ne kendine,
ne kaçınılmaza
ne hikayeye.
ve
inanmadın.
söz'e
yol'a
şarkı'ya. olsun...

Mey




Hikâye ve Sen…

Sen oradasın diye hikâye burada;
hikâye burada diye sen oradasın.
Ben?
Biraz buradayım, biraz orada…


Mey


                                Annarita Borrelli

Dolambaç…

Sabırsızlıkla ne diyeceğini beklerken, o inatla başını okumakta olduğundan kaldırmıyordu. Daha fazla oturamayacağımı hissedince kalkıp önce kütüphaneyi, sonra masasının üstünü kurcalamaya başladım. Elime aldığımı şöyle bir evirip çeviriyor, ardından neye baktığımı bilmeden yerine bırakıp başka bir şeye el atıyordum.

Kurcalayıp durma şurayı, diyen sesini işitince olduğum yerde sıçradım.
Ama sen de çok uzattın, yarım saatte okuyamadın iki satırı Benedictus’cum, dedim.
Öğrenemedin gitti sabırlı olmayı, derken bıyık altından gülüyordu.

Sabır üzerine konuşulacak fazla şey olduğunu düşünmediğimden bu kısmı atlayarak sadede gelmeye ve en çok da onu getirmeye niyetliydim.

Eee, dedim. Ne düşünüyorsun? Başımla elinde tuttuğu metni işaret ediyordum ki çok gereksiz bir eylemdi.
 Söyleyeceğini nasıl söylemesi gerektiği konusunda küçük bir hesap yapmakta olduğunu belli eden bir ifade vardı yüzünde. İçimden ‘eyvah’ dedim.

Bu, dedi. Bir hikâye değil.
Ne demek istiyorsun, bal gibi hikâye işte, diye diklendim.
Bence bu bir dolambaç, dedi.
Anlamadım, dedim safça. Ama anlamıştım.

Hikâyeler böyledir Benedictus’cum, dedim. İnsan hikâye anlatmaya başladığından bu yana, orasına burasına düğümler atar ki, okuyan veya dinleyen o düğümün çözülebilme olasılığının cazibesine kapılsın. Yoksa mektup yazardık; değil mi, diye sorarak gülümsedim.

Belki de mektup yazmalısın, dedi gülümsemeye aynı şekilde karşılık vererek. Ağzımı açmama fırsat bırakmadan konuşmasını sürdürdü. Bunda, dedi elindeki metni işaret ediyordu. Dolambaç hikâyede değil, sende.

Ne demek istiyorsun, diye sordum. Kendiliğinden belime yaslanmış iki elimin komik göründüğünü düşünüyordum bir yandan da.

Zihnindeki düğümleri hikâyenin orasına burasına serpiştirmen, hikâyeyi değil söylemi dolambaçlı bir hale getirmiş; bir hikâye yok burada. Senin açmazların var, dedi.

Gözlerimi kısıp yüzüne dik dik bakmaya başladım.
Yani, dedim. Ne diyorsun? Hikâye yazmayı bırak mı, diyorsun?
Hayır, dedi. Zihnindeki dolambacı hikâyeye dönüştürmeyi bırak diyorum. 

Bir süre bakıştık. Yazmadan nasıl olacak sorusu dilimin ucuna dek geliyor sonra yutuyordum. Anlamış olacak ki, yumuşak bir sesle ekledi:
Mektup yazabilirsin!

Yüzümün öfkeyle karardığını görünce acımadan son darbeyi vurdu: Hiç değilse yalnızca mektubun sahibinin zihnini bulandırmış olursun.
Hala belimde duran ellerimi indirdim. Uzanıp elinden metni aldım, çantama tıkıştırıp ceketimi giydim sakince.
Parka gidiyorum, dedim. 

İyi fikir, deyip önünde açık duran kitaba uzandı. Yüzündeki gülümsemeyi gizlemek için başını kitaba eğdi.
Bir süre görüşmeyelim, dedim biraz da onun canı sıkılsındı bakalım. Kapıya doğru ilerlerken,  madem görüşmeyeceğiz; mektup yaz öyleyse, deyişine sakladığı kahkahayı işittiğimden midir, yoksa elimden kaçtığından mı, emin değilim, kapıyı arkamdan sertçe çekip çıktım…


Mey



                                      Annarita Borrelli

8 Nisan 2014 Salı

Adın...

Adımlarım mı asıl iksir, yoksa
adımladığım mı, bilmesem de olur dediğim yol.
Senin adın...

Mey



                                          Anna Aden

İtiraf...

Şiirden, heykelleren, aşktan söz ediyoruz
ve dünyaya ayak uyduramamış biri olarak kendimizden.
" Hiç kimseye benzemiyoruz, hep dışarıda kalıyoruz
işte kocaman burnumuz: mutsuzluğumuz " diyorum,
coşkuyla alkışlıyor dostlarım beni
nasıl da çok seviyoruz sözcükleri!

Anlatacak şeyimiz kalmadığında, sonunda sustuğumuzda,
saklanmaya çalışırken ışığa yakalanan
iğrenç bir hayvanın gözlerine benziyor
gözlerimiz, gözleriniz, gözleri...

Barış Bıçakçı




7 Nisan 2014 Pazartesi

Koşul...

Barışalım artık, dedim.
on yedi hecede...

Mey



                                      Asuman Ercan

“ Seni Vücudumun Kederi Saydım…” *

Kendini sokağa attı. Yüzü yüz, gözü göz gibi değildi. Dur ve ne yöne gideceğini düşün, diyen sağduyuyu dinleyecek hali yoktu. Mümkün olduğunca hızlı oradan uzaklaşması gerektiğini söyleyen içgüdüye hak vermişliğinden büyükçe adımlar atıyordu.

Sonra kolunda bir el, adını zikreden endişeli bir ses. Durdu. Tanıdı. Şaşırdı. Burada ne yapıyorsun, diye sordu. Herhangi bir anlama gelebilecek bir omuz silkmesiyle karşılık verdi beriki. Boş ver, buradan geçiyordum  veya seni bekliyordum. Olası cevapların tümü makul geldiğinden üstelemedi soran. Sormamak ve söylememek üzerine sessiz bir anlaşmayı getiren kısa bir bakışmanın ardından birinin eli diğerini kavradı. Yürüdüler.

Götür beni buradan, demedi kederi bedenine taşmış olan.
Yanındayım, demedi kederi görür görmez tanıyan.
Yürüdüler.

Biri diğerinin uykusunu sardı ilkin, ardından diğeri ötekinin. Soğutmak için bardaktan bardağa aktarılan kaynar sular gibi, bedenden bedene ılıdı keder. Buza kesmedi hiç ama yakmadı da. Nice sonra güçlükle uyumuş olanın, uykusunda gülümsediğini gördü, henüz uyanık olan. Sarabildiği kadar sardı uyuyanı. Tebessüm de keder gibiydi. Bundan emindi…


Mey

* Allen Ginsberg




6 Nisan 2014 Pazar

Adın...

Seni üç beş cümle,
beni akış'ın sürükleyişine terk eden belirsiz tını. Ad'ımız...

Mey




5 Nisan 2014 Cumartesi

Artık...

Tamam, önemli değil, diye fısıldadı kadın ilkin. Sesi öyle kısıktı ki kendi kulaklarına bile ulaşmamıştı söylediği.
Ne dedin, sorusu üzerine fark etti sesinin yetmezliğini. Gözlerini yaklaşık kırk dakikadır dikmiş olduğu noktadan kaldırmaktan daha zor geliyordu, zihin sesini açmak. Yine de tekrar etti:
Önemli değil. Bu kez daha duyulur olmalıydı ki, kırk dakikadır konuşan, konuşurken kadının gözlerinin yokluğunun yarattığı güvensizlikten bunaldığı her halinden belli olan adam itiraz etti.
Öyle değil, dedi. Yürekten söylemiyorsun bunu. Yüreğin söylemeli.
Kadının sessizliği ağırlaştı iyice. Küçük bir iç geçiriş zamanın gri hantallığının üstüne yayıldı.
Yok, dedi kadın nihayet.
Ne, sorusu geldi adamdan. Ne yok?
Kadın dakikalar sonra gözlerini kaldırdı ve dosdoğru adama yöneltti bakışlarını. Neyin olmadığını iyice görebilsin diye adam...


Mey




4 Nisan 2014 Cuma

Kuş Yıkıntıları...


Çünkü melekler de uçmuyor artık.
Ağır kuşlara benziyor, melekler
Onun çevresinde oturup zikreden;
Kuş yıkıntılarına, penguenlere benzerler,
Kahırdan yok olup gidenlere...


Rainer Maria Rilke






Şarkıya Dair Bilinenler…

Hesapsız ve vakitsizdi.
Talep etmiyor, dayatıyordu. İşitildiğini biliyor,
göz ardı edilmeyi önemsemiyordu. Güzelliğinden yana kuşkusuz; korkutuyor oluşuna anlam veremiyordu.
İşiten var oldukça olacağını biliyor; içerdiği her bir sesi zamana yayıyordu.
Zamanın herhangi bir anında buradayım ve olacağım, diyebilmek için…


Mey




3 Nisan 2014 Perşembe

Bahara Hazırlık...

düş'ünceni ince bir
limon dalına astım. bekliyorum.
mayısla solumak için,
seni 
ve
düş'ünü ...


Mey



                                                Svetlana Sewell

2 Nisan 2014 Çarşamba

Bulunmuş Mektuplar / Yanılgı…

Mektuplar evime, at pazarından satın aldığım eski bir komedinin çekmecesinde geldi. Hiç açılmamış zarfları gördüğümde, birinin okumak istemediği mektupları buraya atıp unuttuğunu düşündüm.  Her birinin başka kişilerden bambaşka kişilere gönderilmiş mektuplar olduğunu fark ettiğimde merak dayanılmaz hale gelmişti. Çekmeceleri temizleme işini bir yana bırakıp elime gelen ilk zarfı açtım. Kim vazgeçebilirdi ki o kime ve kimin tarafından yazıldığı belirsiz birkaç cümlenin verdiği büyülü hazzı…
“ 
Uykuya dalmadan az önceydi. Yanıldığını kabul etmekte zarar yok’a ikna olmuş gibiydim. Bedelini ikimizin de ödediği o ilk büyük yanılgının sahibi olduğumu sana söyleme kararının huzuruyla yummuştum gözlerimi. Ardından, ancak uyandıktan sonra bir rüya olduğunu fark edeceğim ve diğerlerine yaptığım gibi hemen unutmayacağım bir rüyanın içindeydim. Deniz vardı. Uzakta ama ulaşılabilir görünüyordu. Hiç görmediğim türde mavisiyle beni kendine çeken; ona doğru yürüyüşümü şenlikli bir yolculuğa dönüştüren ama ilerlememe izin vermeyen bir deniz. Hayır, deniz uzaklaşmıyordu. Attığım onca adıma karşın ben ilerlemiyor, ilerliyormuş hissinin sevincini duyuyordum yalnızca. Derken deniz bitti ya da yürüyüşüm sona erdi. Şimdi bir bahçedeydim. Ağaçları, ağaç dallarındaki meyveleri, böcekleri, çiçekleri, kelebekleri ile bildik bir bahçe. Önümde onlarca boş saksı ve toprak yığını duruyordu. Rüyanın onlarla ne yapmamı istediğini sezer gibiydim ama ortalıkta saksılara dikilecek çiçek ya da benzeri bir şey yoktu. O saksıları ortada görünmeyen çiçeklerle bezemenin marazi göründüğü kadar hayati de olduğunu nereden bildiğimi bilmiyorum. Ardından rüyaya boyun eğdiğimi biliyorum sadece. Büyük bir hızla saksılara toprak doldurduğumu ve daha önce orada olmayan çiçekleri, çok önemli bir şey buna bağlıymış gibi saksılara yerleştirdiğimi görüyorum. Bu işi yapışımdaki acele, ellerimden daha hızlı çalışan zihnimin bir sonraki saksı için düşlediğim çiçeğin yanı başımda belirmesini sağlayışı, aylara yayılan eylemsizliğin içimde büyüyen sıkıntısını yok ettiğinden kendimi mutlu hissediyorum onca yorgunluğa rağmen. Sonra? Sonra rüya bitti veya uyandım. Bir rüyanın uyanışın ardından da canlılığını koruyuşunun hazzıyla oturdum bir süre yatağın içinde. Rüyaların bir dolu sembolden oluştuğunu söyleyenlerden haberdardım. Denizin, varamayışın, boş saksıların, toprak yığının acı çikolatayı andıran renginin ve zihnimin var kıldığı çiçeklerin neyi ifade ettiğini merak etmedim. Aklımda sana söylemek vardı, o büyük yanılgıdan söz etmek.

Masanın başına oturur oturmaz – gidişatı planlanın dışına çıkaran o tuhaf rastlantılardan biriydi- fark ettim ki, yanılan yalnızca ben değilmişim. İki kişi için bile büyük sayılabilecek o bedel şuracıkta duruyor işte. Yanıldım ve yanılıyorsun. Çok hem de… “

Mektubu usulca zarfına yerleştirdim. Anlaşılır şeyler söylemiyordu ve aklım uzaklaşmayan ve yakınlaşmayan, o mavisi değişik denize takılı kalmıştı…

Mey







1 Nisan 2014 Salı

Adın...

Kirpiklerimin gölgesine sakladığım

huysuz mırıltı…


Mey 


                                                 Antonio Mora