28 Haziran 2014 Cumartesi

Henüz ve Hiç...

Henüz başlanmış bir öykünün,
orta yerinde tıkanıp kalmak gibiydi.
Ne?
..................
Ne?
..................
Ya da?
Hiç, elbette!

Mey



27 Haziran 2014 Cuma

Muktedir...

Hazır
ve
yeterince güçlü.
Bilmeye, bildirmeye
söylemeye ve dinlemeye
zamanıdır, demeye. Giriş'ten ibaret bir hikayeyi sürdürmeye.
Denize bakarken. O zaman işte. Bakarken...

Mey



                                           Aylin Güven

25 Haziran 2014 Çarşamba

Düş'kün Ağaçların Masalı...

Biri diğerinin
yalnızlığını soluyan ağaçlar gibiyiz, diyerek anlatıyor bana bizi. Uzak ve kıpırdamasız.
Dinliyorum. 
Hayata inansaydık üzülürdük belki biraz, diyor. Masala inancımızdan belkisiz sessizliğimiz.
Yüzüme bakıyor.
Yüzüne bakıyorum.
Beklenmedik bir esintiyle kıpırdıyor yapraklarımız...

Mey


   
                               
                                  Mey


23 Haziran 2014 Pazartesi

Nessos'un Gömleği...

Etini parçalamadan
üzerinden çekip çıkaramadığın o
gömlekti varlığı.
Insan etine kıyabilir. Kıydın. Tendedir sandın. Değilmiş.
Ruhun giyinik kaldı...

Mey



                   Francesco Clemente

21 Haziran 2014 Cumartesi

Kalbin Kanatları...

Şimdi anlıyorum. 
Şimdi anlıyorum. Şimdi. Anlıyorum. 
Yola bakarken anlıyorum şimdi. Varmış sahiden kalbin kanatları. Ve gittiğin yön olmayabilirmiş rotası. Şimdi anlıyorum.  Şimdi...

Mey






Sarsak...

Koşmaya heves etmiş
başı boş atların,
kırık ayaklarındandır, dedi. İçimdeki.
Ne, diye sordum. Ne?
Yalpalayış, dedi donuk bir sesle.
Ben sarsaklığa baktım uzun süre. Aynada...

Mey



20 Haziran 2014 Cuma

Aşk'ın Haddi...

Söz'le bezenen
bir delilik,
sus'la soyunur, bir büyük dilsizlikte.
Ve içinde patlar çığlığın: Ey aşk!
Yazıldığın kadarsın!

Mey






19 Haziran 2014 Perşembe

Hegel'le Bir An...

Çevresinden evrenin dolaşırken düşüncede, gördüm naçiz olanı -amansız iyi- durmaksızın hızlandırıyordu kalımlı olana,
Ve tüm o engin boşluğu - kötüyle adlandırılan- gördüm, hızlandırırken kendini tümleştirmek için ve kayboluş ve ölü.

Walt Whitman

Türkçesi: Kadir Yılmaz





18 Haziran 2014 Çarşamba

Uluma…

Özlüyor musun onu, diye sordum.
Her zaman değil, yanıtı geldi. Uzakta birkaç köpek havladı o sıra.
Ne zaman peki, diye sordum.
Düşündü.
Aklından ne geçti bilmem, gülecek gibi oldu. Gülmedi ama.
Ne zaman gözümü dikip, diye başladı söze. Köpekler havlamayı karşılıklı ulumaya dönüştürmüşlerdi. Sesi uluyuşların arasında yitecek gibi azalırken sürdürdü konuşmayı.
Ne zaman gözümü dikip, çok acımış yerlerine baksam işte o vakit, dedi. Özlüyorum.
Ne çok uludular, diyerek konuyu değiştirmek istedim.
Açlıktan, dedi. Açlıktan hep...


Mey 



                                            Arash Shadiafarin

17 Haziran 2014 Salı

Şarkının Yeri…

Kimi şarkılar, dedi.  Ancak bir kalbin taşrasında yer bulur kendine.
Neden, diye sordum ezgiyi benmişim gibi bende işittiğimi açık etmeden. Nasıl bilmezsin, bakışı gözlerinde sakince sürdürdü söz’ü:
Sürülmüşlüğünden, dedi.
Sürgün yemiş bir şarkının peşinde sürüklenişi anlamaz gibiydi. Şarkısı olan kalbin taşrasının olmayacağını söylemeye gerek yoktu. Söylemedim...


Mey




16 Haziran 2014 Pazartesi

Duyusal Uyum...

İçinde havalanan kuşların gürültüsü olmasaydı,
işitebilirdim.
Gelmeyişinin sessizliğini...

Mey



                                 Aylin Güven

Kış ve Söz…

Kış yumuşak geçti.  Konuşacak konu bulamadığı için diğerinin gözlerine bakamayanların kurtarıcısıydı bu yumuşaklık. Bu nasıl kış, diye söze başlıyorlardı suskunluk – ki uzun süren suskunluklara tahammülü yoktur insan denen varlığın; her büyük suskunluğun ardından daha büyüğünün geleceğini bildiğinden belki -  uzadığında. Neredeyse hiç soğuk yapmadı, doğru düzgün kar yüzü de görmedik’lerle devam eden söz, çare bulmuşları bir parça rahatlatıyordu.

Oysa ben çok üşüdüm bu kış. Hava yumuşadıkça için için titredi bende bir şeyler.  Ocak ortasında sırtımızı ısıtan güneşle birlikte neşelenirken, ne denli üşüdüğüme herhangi birini ikna edecek sözcüklere sahip olmamamın zihnimde bir noktayı dondurmakta olduğundan çok emindim. Ne zaman bunu düşünsem, titremem artarken bir yandan da doğaya söylenerek kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Sözünü tutmadın doğa efendi, diyordum.  Verilmiş bir vaattir kış! Verilmiş bir söz! Serince bir rüzgâr esecek olsa ya da bir iki serpiştirmeye başlasa gökyüzü utanır gibi oluyordum kavgamdan haksızlık ettiğim düşüncesiyle. Bak geldi, geliyor, esiyor, yağıyor. Derken esinti diniyor, indirecek gibi duran göğ sakinliyor ardından da güneş yüzünü gösteriyordu. Vaat et ve hiç söz vermemiş gibi yokluğa karış! Zihnimde o nokta buz kesmeyi sürdürsün! Tüm bu olan bitenin bana yaptıklarından kimseye bahsetmiyordum elbette. İlkin, umuttan söz edilmemesi gerektiğine inandığımdan.  Umut da özlem gibi öz’e ilişkindir çünkü, diyordum kendime. O ki, yani umut, geriye giden ayaklarınızı umulmadık bir bekleyişe kitler. Sizi size mıhlar. Mıhlanmışlığımı sevmiyordum. İkinci olarak olan bitenden birine söz edecek olsam delirdiğimi düşüneceklerine kuşkum yoktu. Delirmiş olduğumun düşünülmesinden değil, gerçekten delirmiş olmaktan korktuğumu anlatacak sözcüklere de sahip değildim. Bundandır ki sözünü tutmamış kış’a öfkemi kendime ve biraz da kendimden sakladım.

Uzun yürüyüşlere çıktım, ağaçlar arasında gezinirken yakmayıp tatlı tatlı ısıtan güneşten sarhoş kuşların cıvıltılarına kulak tıkayarak yürüdüm çam ağaçlarının arasında. Kahvehanelerde dostlarla açık havanın tadını çıkara çıkara içilen acı kahvelerin telvelerini gezdirdim ağzımın içinde bir yandan tebessüm ederken. Kısadır, denilen uzun gecelerde işaret parmağımı, zihnimdeki buzlanmış bölgenin bulunduğunu sandığım noktaya bastırıp durdum kimseye sezdirmeden. Çıkmayan ayazlara inat dudaklarımı mora boyadım. “ Başarısız boktan bir kış geçirdik…” dizesini içimden yineleye yineleye daldım karanlık uykulara ve rüyalardan medet umdum zihnimdeki donmayı çözsün diye.

Kış sonu, bahar hevesle beklenmeye başladığında penceremden görünen tepecikte beliren kır çiçeklerine baktım uzun uzun.  Kırmızısına, sarısına, moruna aldanacak gibiydim. Ağzımda başlayan hareketliliğin koca bir tebessüme doğru yol aldığını fark ettiğimde panikle durdurdum onu. Çözülmeye meyletmiş donukluğumun itirazına aldırmayacaktım.

Bir daha söz verme, dedim.
İsteme, diye cevapladı.
Haklıydı…


Mey



Aşk Çok Yorgundur Şimdi...

Güzel bayan, aşk bitti diye
Kederli şarkılar söyleme;
Bırak bir yana kederi, şarkılarını söyle
Geçip giden aşkın yettiğini

Şarkılarını söyle, ölmüş aşıkların
Uzun derin uykularının şarkılarını,
Nasıl uyuyacağını bütün aşkın kabirde:

Aşk çok yorgundur şimdi.

James Joyce



14 Haziran 2014 Cumartesi

Uzağın Tuzağı...

Uzak, tuzaktır, dedim.
Duydu.
Kalbe değil ama, diye ekledim hemen ardından: kalbe değil, akla tuzaktır.
Duymadı.
Dedim yine de...

Mey



                                               Anna O.

13 Haziran 2014 Cuma

Yanılgı ve Alaz...

Koca bir yangın çıkardın yanılgından, dedi.
Ses etmedim. Devam edecekti.
Sönmüyor ki, demedim. Çünkü,
konuşma sürecekti, tıpkı yangın gibi. O konuştu, ben yanılgının alazına baktım. Öylece...

Mey



11 Haziran 2014 Çarşamba

Yitirmek ve Bulmak...

Bulayım diye kaybettim, dedi
Buldun mu, sorusu kaçınılmazdı.
Hayır, dedi.
Sordum: Ne peki?
Anladım ki, dedi. Bulmak için yitirilmesi gereken o değilmiş.
Neymiş, diye sordum merak içinde.
Anlasana, diyerek güldü: Kaybolursam bulurum.
Yani, dedim. Soruydu.
Yani ki, dedi. Yok'um...

Mey




10 Haziran 2014 Salı

Saklı...

Büyük bir sır saklıyordu kendinden.
Söylemeyecekti.
Sormadım...

Mey




9 Haziran 2014 Pazartesi

Aşkın Arılığı...

Aslında mekanın neresi olacağına dair birlikte karar vermiş ve programımızı en ince ayrıntısına kadar tasarlamış olsak da, şu anda düşünüyorum da, nedense mekan tamamen silinmiş, zamansa yitip gitmiş.
Hatırladığım puslu bir ikindiydi, ezan sesi uzaktan duyulmaktaydı. Geniş bir masada karşılıklı oturuyorduk. O masanın hafızamda kalması bile şu an bana garip gelmekte. Her şey öylesine silinmiş ki, bunu anlatabilmem sahiden zor. Çok zor.
İlkin, innuendonun ve camelin, jako'nun teninde buluşması, burnuma çalıyor. Sonrasında bunun yerini belirsizlik alıyor. Hiç bilmediğim tanımsız bir koku bu. Yoğun. Boşluğun yoğunluğu. Hem çarpıcı. Hem de uzaklaştırıcı. Göğsümdeki enjoueu da silen. Hatırladığım, ellerimi tutuyor, yumuşacık. Gözlerimin içine bakarak bana;
"sana hayatımın tek kadını ol, ben de tek erkeğin olayım, diyemiyorum. Şimdi, yaşantımın bu aşamasında herhangi bir karar alabilecek noktada değilim. İleride ne olabilir bunu inan ben de bilmiyorum. Ancak hani nasıl anlatsam, bilemiyorum korkuyorum. İnan bana bu sevginin pürpak kalması ancak birbirimize uzaklıkla mümkün olur, şu aşamada, bence en doğru yolu bu" diyor.
Şimdi, ardından geçen bu yetmiş iki saat sonunda. Hala donmuş bir biçimde tek noktaya bakıyorum. Ne zaman bu katatonik durumdan kurtulacağım. Beni, ne yeniden hayata döndürecek bilmiyorum. İçimde incecik bir kan sızmakta. Bazı ellerime hafifçe sızsa da, hep içeride kendini tutmayı şimdilik başarmakta.
Açıkçası, ilk gün gözlerimden akan yaşlar, şimdi giderek içimde kurumakta ve bir pınarın yer yer çatlayan mecrasına benzemekte.
Haklı! jako örselenmemeli. Onu korumalı, ilişkinin kirlenmesine yol açacak şeyleri önlemeli ve bu ilişkinin böylesine arık kalmasını sağlamalıyım. İçimi kanatan, içimi boydan boya yırtan, kurutan, deşen, sürgit soluğumu engelleyen bu durum, aşkımızın arılığı için, sözlerine, ne doğru bir gerekçe.
Ülkemdeki tüm kadınların durduğu yerden, ne yukarıda ne de daha az aşağıda, yaşadığım bu aşkı, aşkın arılığına teslim edip, kanayan ellerimin üzerine kapanıyorum.

Saba Kırer

Jako’ ya Mektuplar




Gece İşi, Sabah Mesaisi…

Geceleyin,
uyuduğum yatağın sıcağında öldürüyor;
ve sabahına yeniden doğuruyorum.
Söz’ü,
bi’de
seni.
Her gece
ve
her sabah…


Mey




8 Haziran 2014 Pazar

Düş ve Şarkı...

Ağza takılmış, dili kalabalık bir şarkının;
sus, dinlemez inadı gibi
düş.
Al başa, kur baştan. Ama sakın söyleme...

Mey



7 Haziran 2014 Cumartesi

Çok Kısa Metraj...

Arabasıyla tatile çıkan adam orta Fransa dağlık bölgesinde kentten ve ve gece yaşamından uzakta sıkılır. Genç kız alışıldık biçimde eliyle otostop çeker, ürkekçe Beaune yönüne mi Tournus mu, diye sorar. Yolda bir çift laf, soluk kesen bir esmer profil, bir iki kez cepheden görünüm, derken arabanın kırmızı koltuğundaki çıplak bacaklara bakanın sorularına az öz. Bir dönemeci alır almaz araba yoldan çıkar ve sık ormanın derinliklerinde yiter. Göz ucuyla usul usul kabaran korku ve bir yandan da ellerini mini eteğin üstünde nasıl kavuşturduğunu duyumsayarak. Ağaçların altında derin bir bitki örtüsü mağaralaşmış, burada olabilir, arabadan atla, öteki kapı ve acıtarak omuzlarından. Genç kız neden olmasın bakışıyla bırakır kendini arabadan, bilir ormanın ıssızında olduklarını. Onu ağaçların arasına sürüklemek için elini beline atınca, çantadan silah ve alnına. Para çantasından sonra, birkaç kilometre ötede bırakacağı arabayı da çalar ama en ufak bir parmak izi bırakmadan çünkü bu meslekte hiçbir şeyi savsaklamaya gelmez...


Julio Cortazar



Yaz Güzü...

Yaz'ı güz'e kesmiş
bir kentin göğü gibi söz.
İndiriyor.
Kimse ıslanmıyor...

Mey


                                                Anna O.

6 Haziran 2014 Cuma

Şimdiki Zamanın Uzun Cümlesi…

Şurada bir bekleyiş,
orada bir ağaç sırtının kabuklu sert imgesi,
yağmurun sesi cebimde,
rüyaları ince bir defterin solgun sayfalarında saklı tutup;
ısrarcı bir şarkıyı susturma çabasının yorgunluğunu yaşamanın hay huyuna teslim edip,
bulabildiğim herhangi bir neşe kırıntısının peşine düşüp bir olmayışı soluyor,
kitap cümleleriyle oyaladığım kalbimin, satır aralarına senin için koyduğu işaretleri peşi sıra silip;
uzunlu kısalı uykulara yatırdığım bedenime rüzgarı yeniden sevmesini öğretiyor,
‘ can canı sever / bunun ötesi yok çocuk’ dizesinin geçtiği şiiri yazdığım küçük kâğıtları ağaç diplerine gömüp kaçıyor;
ertelemenin bir tür inkar olduğunu hatırlamayı kendime sıkıca tembihliyor,
bütün bunların arasında bir güzel susuyorum…


Mey




5 Haziran 2014 Perşembe

Seçtiğin İz…

Sabaha yakındı.
Bir kitabın sayfalarına gömmüştüm zihnimi bulandıran ne varsa. Kolay olmamıştı, zor da değildi.
İnsan, demiştim kendime. Bırak insanı, diye itiraz etmişti o da. İnsan değil işte, genelleştirme. Peki, demiştim. Özellemeye korkuyordum, kendime itiraza da. Bıraktım insanı. Ben, dedim. Kendim, ben’den memnun başını salladı. Yüreklendirir gibiydi.
Ben, demiştim. Meşruiyetini yitirmiş bir arzuyu sürüklemeyeceğim kendimle.
Kendim gülümsedi bu dediğime.
Gülüş’ün gerilimi o küçük üç dikişin acımasına neden olmuştu. Elim kendiliğinden gitti yaranın üzerine.
Bir iz’i örtmek için açılan yeni iz’in bana beni hatırlatan yanı oluşunun talihsiz bir tesadüf olduğuna inanmaya meyilliydim.
Gözümün hemen altında. Neredeyse bir yıl taşımıştım onu orada. Taşımadın, diye yine lafa karıştı kendim.
Unutmamak için, diye isyan ettim bu kez. Aynaya her bakışımda; onu orada görmenin, görmeye dayanmanın meydan okuma olacağına ikna olmuştum. İçimdeki öfkeye, kabuslara, beni zayıf kılan her şeye.
Gereksizdi, diye kestirip attı kendim. Öyleymiş. Küçük bir kesik atacak ve yeniden dikeceğiz; on dakikalık iş, demişti doktor.  Ve hiç iz kalmayacak.
Bir iz’i örtmek için yeni bir iz yine de, demiştim.  Demiş ve masaya yatmıştım.
Kitabın son sayfasına geldiğimde susmamıştı kendim.
İnsan, demişti.
Hani bırakıyorduk insan’ı, diye hatırlatmıştım muzipçe.
Doğru, demişti yakalandığına biraz içerleyerek.
İnsan, demişti yine.
İnsan herhangi bir iz’i taşıyabilir. Oysa sen yalnızca seçtiğini.
Gülüşmüştük haklılığına. Kitabı kapatıp yatağın içine kaymıştık. Gözlerimi yummadan, kitap iyiymiş, demiştim.
O ise dikişlerin üzerinden geçirmişti yumuşak dokunuşlarını bana düşsel bir özlemi anımsattığını bilerek. Uykuya dalmadan az önce yeniden indiren yağmurun sesini işitmiştik. Seçmediğim iz’lerin listesini yaparken uyku seçtiğimi sarmalamıştı benimle birlikte…


Mey



4 Haziran 2014 Çarşamba

Yürüyen Merdiven Çay İçen Asansör...

Dışarıdayım.
Biraz gofret ve gün ışığı ile.

Dışarıda olmak kendinle inatlaşmaktan kaçıştır. Dışarıda olmak ekmeğin yaralarına tanıklıktır.
Tarih görmek, Tarih okumak, Tarih yaşamak.

Korkmamaktır dışarıda olmak. Gün ışığı ile bir kadını aynı kareye sığdırıp gülümsemek çığlığını bastırmamaktır. Korkmamaktır dışarıda olmak. Boya kalemlerinden, resim kitaplarından. Sokağın tavanı var ya hani! Uçsuzluktan başını almamaktır sanki değiştirebilecekmiş gibi yavrunun rüyasında kanatlanan bisikleti. Zarar vermeden sevebilmeyi düşündürür dışarıda olmak, insanlar arasında.


KORKMUYORUM.

Emre Küçükoğlu



Hikâyenin Katli…

Yürüyorum.

Attığım her adımla ceplerimden düşüyor bir hikâyenin cesedi. Ne ardımda bıraktığım mezarlığa bakıyorum dönüp; ne de önümde uzanan yolda, parmaklarımın ucunda açılmış sahibini bekleyen boş çukurlara.

Her ölüm yeni bir dirimin doğuşudur, bilirim. Bilir ve gözüm kapalı kıyarım kalbimdeki rahmin taşıdıklarına. Çünkü yürüyorum...


Mey


                                              Anna O.

3 Haziran 2014 Salı

Henüz…

Şimdi,
olmayanı bulup çıkaracaksın kendinden, dedi: Sabır.
Zehrim, dedim. Aldırmadı.
Bekleyeceksin şehrin kapısında: açılsın ve alsın seni için.
Şehri düşündüm, sabretmeyi ve zehri.
Zehri düşündüm, sabretmeyi ve şehri.
Düşündüm, zehir içimde, sabır zehrin  yanında. Şehir. Henüz uzakta…


Mey





2 Haziran 2014 Pazartesi

Zaman Dışı...

Akışı yok sayan bir şey duruyor, hemen şurada.  Büyüyor, küçülüyor, kaybolmaya yüz tutmuşken belirginleşiyor.

O şey ne, sorusu zamana ait. Neydiyse, onu bağıra basmak ise zamanın yapacağı iş değil. Biliyoruz. Artık öğrendik.
Günler,
haftalar, 
aylar,
 mevsimler, derken
yıllara yayılmış bir yolculuk hazırlığı gibiyiz.
yolun bir ucu sen, diğeri ben.

Neler almayacağız yanımıza, sorusunun yanıtı belli. Biliyoruz; varmayacağız.
Çünkü yolun öteki ucu bir ihtimal ve o ihtimalin var kıldığı bir bekleyişiz. Hep öyleydik.
Ve zamanın dışındayız. Öyle başlamıştık, bitmezken de öyle kalacağız. Biliyor, bildiğimizi susuyoruz.
Çünkü söz zaman'a aittir; yol'a değil. Hiç değil...

Mey




Bir Şiirin Hatıra Defteri...

   melek’e, ekim’e ve yıldız’a

külden yapılma bir şehirde karşılaşmıştık seninle. binalar,
bir deniz arıyordu ışıklarını düşürmek için. yüzümüzde çizgi
romandan bir aşk, yanık otların kokusunu doldurmuştuk
konuşma balonlarının içine. titremişti toprağın iskeleti,
dünyalar geçmişti ayak parmaklarının arasından, gözlerin bir
ışık gibi takip etmişti ölü doğmuş dillerin işaretini.

biliyorsun, herkesin bir baba öyküsü vardır, bir de evlerden
taşan babasızlığı. sen devrimle avuttun kalbini, ben içinden
ağaç çıkan yumurtalarla. solaryuma giren bir güneş kadar
karardı gök. kederler aktı bir ırmakla beraber, birbirine
vurdukça şarkılar çıktı taşların arasından.

okyanusun ortasında boğulan bir göl gibi kaldık.

anlatmıştım sana; en çok biz bozkır yakışırdı senin rüyana.
kuşlar kanatlarında taşırdı yıkık kentin sokaklarını. çamurdu
bütün servetimiz, geri dönen aşklardı. bir yeryüzü kitaplığında
kaybederdik kayaların altında bulduğumuz adımızı.

o zaman öğrenmiştim, adından çıkışı olmayan labirentler yapmayı.

bir şiirin peşinde karşılaşmıştık seninle. kızını sever gibi ovmuştun
lambayı. kalbinde doğum lekesi taşıyan bir cin çıkmıştı içinden.
kendine soğuk sular, bana ateşler dilemiştin. zenci tanrılara
bağışlamıştık durmadan kabuk değiştiren yaralarımızı. gün, evden
kaçmış bir çocuk gibi yığılmıştı masaya.

en çok bir at olarak gelmeyi isterdim dünyaya. sense sularıyla
çağlar deviren bir körfez. kim bilir, belki o zaman altında kalırdı
bu şehrin aynaları, belki ölü filozofların hayaletleri dönmeye
başlardı odanda.

sahi, sayısız odaları olmalıydı kalbinin. ve her birinde gittikçe
büyüyen uykuların.

kahırdan yapılma bir dağda karşılaşmıştık seninle. ağaçlara yeniden


can veriyordu parmakların.


Gökhan Arslan




1 Haziran 2014 Pazar

Yok'luğunun Kısa Özeti...

varlığının bu şekli çok acı: sayısız imgeler, geçişler, anlamlar, derinlikler ve zamanlardan oluşmakta, ama her şeyin altını çizen acı ise her şeye, her ana yayılmış yokluğun. ama ben seninle asla yüz yüze gelemiyorum. yaşıyorum işte... (berger)

içimde ölüyor söz,
yokluk...
gel. ( mey)

yokluğunun sebebini anlatamadım kendime,
yokluğun ne vakittir karlı bir tepe gibi
İçimde. (b. keskin)



                                             Anna o.